Stj.Av. Gamze Özçelik
Stj. Av. Ayşegül Yalvaç
Ceza yargılaması hukukunun fonksiyonu, ceza normları tarafından suç sayılan ve karşılığında failine ceza tatbikini gösteren fiillerin icra edilip edilmediğini, eğer icra edilmişse kimin tarafından işlendiğini tespit etmektir. Böylece kamu düzeninin korunması ve adalete ulaşılması hedeflenmiştir. (Bahri Öztürk, Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Özge Sırma, Yasemin F. Saygılar, Esra Alan, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2010, s.265.)
İspat hukukunun esası olan “delil” kavramı, ceza normlarında soyut tanımlamaları bulunan suçlardaki tipe uygun hareketlerin somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğini, gerçekleşmişse bu fiilin kim tarafından işlendiğini tespite ve ortaya koymaya yönelik her türlü iz, eser, belge ve kayıtlar olarak tanımlanabilir. Şüpheli ve sanığa tanınan güvenceler ışığında, adli makamlar ceza yargılaması işlem ve tedbirlerine başvururken, o tedbir ve işlemlerle ilgili öngörülen hukuk kurallarına uymak ve bu kurallar çerçevesinde delil toplamakla yükümlüdürler. Bu kurallara aykırı davranışlar suretiyle elde edilen her delil, “hukuka aykırı delil” niteliğini taşıyacaktır. “Hukuka aykırılık” kavramı tüm hukuk kurallarını kapsamaktadır. (Sulhi Dönmezer, Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku-Genel Kısım, C:II, İstanbul, Mayıs 1994, s.1,2 ve 7.)
Türk yargı sisteminde yürürlükteki normlara baktığımızda hukuka aykırı deliller ve bunlar vasıtasıyla elde edilen bazı delillerin ne soruşturma ne de kovuşturma aşamasında kullanılabilmesi ve hukuka aykırı olarak elde edilen bu delillerin kanıt niteliği taşıması kabul edilmemiştir. Anayasa 38/6’ya göre, “kanuna aykırı elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez.” Yine CMKm.206/2-a bendi uyarınca, “ortaya konulması istenen bir delil aşağıda yazılı hallerde söz konusu olur: a) delil, kanuna aykırı elde edilmişse.” CMKm.217/2’ye göre ise “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”Bu hükümler çerçevesinde ve anayasal bir düzenleme olarak karşımıza çıkan bu hususta hukuka aykırı şekilde elde edilmiş delillerin ceza soruşturması ve kovuşturması aşamalarında kullanılamayacağı gibi bunların delil olarak kullanılması da düşünülemez ve bu nedenle de hukuka aykırı olarak elde edilen bu deliller eğer dosyaya konulmuşsa bunların reddedilip dava dosyasından çıkarılması gerekmektedir.
Hukuka aykırı olarak elde edilen deliller hem anayasal olarak hem de emredici normlar tarafından hükme bağlanmıştır. Bu nedenle bunlara aykırı hareket etmek hukuk devleti gereğince düşünülemez. TCK m.133, kişiler arasında aleni olmayan konuşmaların bir aletle dinlenmesi veya ses kayıt cihazı ile kaydedilmesi durumunu suç saymış ve bunu açıkça hükme bağlamıştır. Bu hüküm gereğince dinleme veya kayıt fiili hukuka aykırı olarak yapılmış olmalıdır ki suç teşkil etsin. Ancak kanun emrinin veya yetkili merciden verilen emrin yerine getirilmesi hallerinde dinleme veya kayda alma hukuka aykırı değildir. Öyleyse bir suçun izini süren kolluğun usulüne uygun olarak kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları dinlemesi veya kayda alması hukuka uygundur. Bakanlarla ilgili elde edilen dinlemelerin gerçek olduğu fakat dinlemenin hukuka aykırı olup olmadığı hususundaki çelişkiler sonucunda adli tıp raporları ile gerçekliği kanıtlanmıştır. Hukuka aykırılık hususuyla ilgili ise mahkeme kararları mevcuttur fakat komisyon, mahkemenin dahi hukuka aykırı olduğunu iddia ederek hem hukuka uygun delilleri hukuka aykırı delil olarak nitelendirmiş hem de Türk yargı sistemindeki adalet kavramının yitirilmesine sebebiyet vermiştir. Bu halde her ne kadar hukuka aykırılık iddiası söz konusu olsa da hukuka uygun durumlarda da hukukla bağdaşmayan ve hakkaniyet ilkesi temelden sarsan bir durum mevcuttur. Nasıl ki hukuka aykırı olarak elde edilen delillerin hiçbir şekilde değerlendirilemeyeceği söz konusuysa hukuka uygun olarak mahkeme kararıyla elde edilen delillerin de suça kanıt oluşturması neticesinde değerlendirilmesi gerekmektedir. Oysa tam aksi bir durum söz konusu olmakla beraber hem komisyon çalışmaları engellenmiş hem de bir algı yönetimi geliştirilerek hukukla bağdaşmayan, yasama dokunulmazlığı sınırlarını çok zorlayan ve açıkça hukuka uygun elde edilen delilleri de yok ederek suçu tamamen ortadan kaldırma yoluna gidilen bir politika izlenmiştir.
Dört eski bakanın telefon konuşmalarına ilişkin dinlemeler mahkeme kararı ile gerçekleşmiştir. Dinlemelerin numaraları ve tarihleri mevcuttur. Dolayısıyla bu dinlemeler hukuka uygun dinlemelerdir. Hukuka aykırılıkları iddia edilemez ve hukuka aykırı oldukları iddiasıyla imha edilemezler. Bu tapelerin imha edilmesi yönünde karar alınması, Türk Ceza Kanunu’nun 281. maddesine göre suç teşkil etmektedir ve tapelerin imha edilmesi delillerin yok edilmesi niteliğini taşımaktadır. Dolayısıyla tapelerin zamanaşımına kadar muhafaza edilmesi gerekmektedir.
Tüm bunların yanında, Meclis Soruşturma Komisyonu’nun, eski bakanların Yüce Divan’a sevk edilmesi yönünde karar almaması; bakanların aklanması anlamına gelmemelidir. Çünkü sonraki Yasama Dönemi’nde 276 oy ile eski bakanlar hakkında, dönemlerinde işledikleri suçlardan dolayı tekrar Soruşturma Komisyonu kurulması mümkündür. Yine bu sebeple tapelerin imha edilmesi, bahsetmiş olduğum olası bir durumda, olayın aydınlanması açısından sakınca arz etmektedir.
Kaldı ki; Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne kadar on beş bakan ile bir Başbakan Yüce Divan’da yargılanmış ve isnat edilen suçları işlemeyenler Yüksek Yargı’nın huzurunda aklanmışlardır. Bu durumda haklarında kamuoyu vicdanını zedeleyecek nitelikte bulunan ve ağır cezayı gerektirecek unsurları taşıdığından şüphe duyulan eski dört bakanın yargılanmaları hem hakkaniyet ilkesinin tecelli etmesi için gereklidir; hem de hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığına duyulan güvenin bir gereğidir.
Sonuç itibariyle ortada bir suç vardır fakat hukuka aykırı delillerle elde edilmesi neticesinde değerlendirilememektedir ve yargı sistemimiz gereği bu çiğnenmemesi gereken bir normdur. Somut olayda; hukuka uygun elde edilen deliller yargı sistemine olan inancın yokluğundan dolayı göz ardı edilmiş ve deliller ortadan kaldırılarak suç da orta kaldırılmıştır. Bu durum hem hukukla hem de hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmayan bir durumdur. Hukuka aykırı elde edilen delilin değerlendirilmesinin mümkün olması ne kadar yanlışsa, hukuka uygun olarak elde edilen delilin ortadan kaldırılarak suçun yok sayılması da o kadar yanlıştır.