ENSTİTÜMÜZ ADALET BAKANLIĞI YARGI REFORMU STRATEJİSİNİ DEĞERLENDİRDİ

T.C.
ADALET BAKANLIĞI
STRATEJİ GELİŞTİRME BAŞKANLIĞI
TARAFINDAN HAZIRLANAN
YARGI REFORMU STRATEJİSİNİN İNCELENMESİ

 

I. YARGI REFORMU STRATEJİSİNİN ANA BAŞLIKLARI:

 

Yargı Reformu Stratejisi çok sayıda ana başlık ve bu ana başlıklar altında yine çok sayıda alt başlıktan oluşmaktadır. Bunların içerisinden seçtiklerimiz ve strateji belgesinin durum analizi başlığı altındaki kısmında yer alan açıklamalarla birlikte incelemesini yaptığımız konuları gösterir ana başlıklar aşağıdaki gibidir.

1. Yargı mensuplarının atama ve terfi sistemlerinin nesnel ve objektif ölçütlerle geliştirilmesi,
2. Yargının hesap verebilirliğinin ve saydamlığının arttırılması,
3. Tüm yargı mensuplarının uyması gereken etik ilkelerin belirlenmesi,
4. Bütün mahkemelerin faaliyet raporlarının hazırlanması,
5. Düzenli aralıklarla yargıya güven ve memnuniyet anketlerinin yapılması,
6. Yargı medya ilişkilerinin kurumsal hale getirilmesi,
7. Adalet hizmetlerinin denetim sisteminin yeniden düzenlenmesi,
8. Yüksek mahkeme karalarının herkesin erişimine açılması,
9. Yargı aktörleri arasında hukuksal sorunlara yönelik düzenli toplantılar yapılması,
10. Yeni avukatlık kanunu tasarısının yasalaştırılması,
11. Bilirkişilik müessesesinin yeniden yapılandırılması ve bilirkişilik kanunu tasarısının yasalaştırılması,
12. Adalet istatistiklerine ilişkin kapasitenin geliştirilmesi,
13. Noterlik sisteminin yeniden yapılandırılması,
14. Kamu idaresinden kaynaklı iş yükünün azaltılması,
15. İhtisas mahkemelerinin etkinleştirilmesi ve yaygınlaştırılması,
16. Yargıda bilişim hizmetlerinin etkinleştirilmesi,
17. Soruşturmaların etkinliğinin geliştirilmesi,
18. İstinaf mahkemelerinin faaliyete geçirilmesi,
19. İcra ve iflas sisteminin yeniden yapılandırılması,
20. İhtisas mahkemelerinde meslekten olmayan hâkimlerin görevlendirilmesi,
21. Koruyucu hukuk uygulamalarının geliştirilmesi,
22. Ceza hukukunda yer alan uzlaşma kurumunun etkinleştirilmesi,
23. Hukuki uyuşmazlıklarda arabuluculuk sisteminin etkin hale getirilmesi,
24. İdari uyuşmazlıkların yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilmesi,
25. Soruşturmaların fail ile kamu arasında uzlaşılarak sonlandırılabilmesine yönelik çalışmalar yapılması,
26. Tahkim müessesesinin etkinleştirilmesi,
27. Uluslar arası adli yardım faaliyetinin etkinleştirilmesi,
28. Yargının AB müktesebatını üstlenebilme kapasitesinin güçlendirilmesi,
29. Hukuk eğitiminin geliştirilmesi için çalışmalar yapılması,
30. Çocuğun etkin korunması için kurumlar arası işbirliğinin güçlendirilmesi,
31. Çocuk mahkemelerinin yaygınlaştırılması ve sorunlarının giderilmesi,
32. Hukuk kliniği yöntemlerinin geliştirilmesi,
33. Hukuki himaye sigorta sisteminin etkinleştirilmesi,
34. Pro-bono hizmeti uygulamasının sağlanması,
35. Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yolunun etkin bir şekilde işleyişinin izlenmesi,
36. AİHM kararlarında ihlale yol açan sebeplerin tespiti ve kaldırılması için çalışmalar yapılması,
37. Ceza infaz kurumlarında yaşam standardının yükseltilmesi,

 

II. TANIMLAR:

 

Yargı Reformu Stratejisi (Bundan böyle YRS olarak anılacaktır) kitapçığının dördüncü sayfasında kitapçıkta geçen bazı tanımlara yer verilmiştir. Bu tanımlardan; Yargı Mensubu’nun Hâkim ve Cumhuriyet Savcılarını; Yargı Çalışanı’nın ise Hâkim ve Cumhuriyet savcıları dışındaki tüm çalışanları ifade ettiği belirtilmiştir. Her iki tanımın birlikte değerlendirilmesi durumunda avukatlar Yargı Mensubu sayılmamakta, hâkim ve Cumhuriyet Savcıları dışında kalan yargı çalışanları içinde kabul edilmektedir. Dolayısıyla Adalet Bakanlığı avukatları hâkim ve Cumhuriyet Savcılarıyla birlikte değerlendirmemekte ancak onlara ayrı ve özel bir hukuki durumda yaratmamaktadır. Avukatlar mahkemelerdeki kalem müdürleri, kalem çalışanları, mübaşirler, icra memurları gibi diğer yargı çalışanları içinde kabul edilmektedir. Adalet Bakanlığı’nın avukatlara olan bu bakış açısı sağlıklı bir yargı reformu yapılmasını engelleyecek bir yaklaşımdır.

 

III. GİRİŞ:

 

YRS’nin giriş bölümünde özetlenen konuların incelemesi aşağıdaki gibidir.

 

A. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyeliği:

 

YRS kitapçığının beşinci sayfasında yer alan giriş bölümünün birinci paragrafında Avrupa Birliği’nin bölgesel bir güç olduğu, Türkiye’nin AB’ye üye olması durumunda AB’nin küresel bir güç haline geleceği ileri sürülmektedir. Bu tespite katılmak mümkün değildir. AB’nin toplam ekonomik gücünün Çin Halk Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra dünyanın üçüncü ekonomik gücü olması, NATO Paktının askeri gücünün % 90’ını oluşturması, iki üye devletin, İngiltere ve Fransa, nükleer güce sahip olması, dünyanın ikinci büyük uzay araştırmaları teknolojilerine sahip olması özellikleri düşünüldüğünde AB’nin bölgesel bir güç olarak değerlendirilmesi son derece yanlış bir tespittir. AB’nin “gücünün” yanlış değerlendirilmesi de Türkiye’nin AB’ne üye olması durumunda AB’ne ne kadar katkı sağlayacağının yanlış değerlendirilmesine ve kendi konumumuzun doğru belirlenememesine neden olacaktır.

 

B. AB Müzakere Süreci Yanlış Yürütülmektedir:

 

Giriş bölümünün ikinci ve üçüncü paragrafında AB Müzakere sürecinin “Yargı ve Temel Haklar” başlıklı 23’üncü Fasıldan Adalet Bakanlığı’nın sorumlu olduğu ancak mevzuat “Tarama Sonu Raporu’nun” AB üyesi ülkeler tarafından henüz onaylanmadığı belirtilmektedir. Buna rağmen AB Türkiye’den YRS’ni komisyona sunmasını istemektedir. Türkiye’nin mevzuatının Yargı ve Temel Haklar açısından AB mevzuatı ile ne kadar uyumlu olduğu, ne gibi değişiklikleri gerektirdiği ancak mevzuat Tarama Sonu Raporunun kesinleşmesi ile belli olacaktır. Mevzuat taramasının kesinleşmeden YRS’nin hazırlanmasının istenilmesi peşin olarak Türkiye’nin mevzuatının Yargı ve Temel Haklar konusunda AB’nin gerisinde olduğunun kabul edilmesi anlamına gelir. AB’nin Türk Yargısı ve mevzuatına yönelik takındığı bu tutum Türkiye’nin onurunu zedeleyici niteliktedir. Adalet Bakanlığı’nın Türkiye’nin mevzuatını AB mevzuatı ile karşılaştırma yapacak şekilde taradıktan sonra YRS’ni hazırlaması ve buna göre hareket etmesi daha gerçekçi bir yaklaşım olurdu. Böylece Türkiye’nin ulusal onuru da zedelenmemiş olurdu.

 

C. Mülakatla Reform Yapılamaz:

 

Sekizinci paragrafta yüksek yargı organları ile diğer paydaşların görüşlerinin mülakatlar yapılarak alındığı belirtilmektedir. Yargı düzeninin çok geniş ve kapsamlı bir alan olması nedeniyle mülakatlarla kalıcı fikirler edinilmesi ve bunların ilerleyen zaman içinde eksiksiz şekilde yazıya dökülmesi bizce mümkün değildir. Mülakatların kimlerle yapıldığı, hangi konuların görüşüldüğü, kayıt altına alınıp alınmadığı ise belirsizdir. Yargı organları dışındaki paydaşların kimler olduğu ise belirtilmemiştir.

 

IV. DURUM ANALİZİ:

 

YRS’nin mevcut durumu analiz ettiği durum analizi bölümünün incelenmesi aşağıdaki gibidir.

 

A. Adalet Bakanlığı Bütçesi Hangi Harcamalara Odaklanmaktadır:

 

YRS kitapçığının altıncı sayfasında yer alan durum analizi başlığı altında öncelikle yargıya ayrılan bütçeden bahsedilmektedir. 2009 yılı ile 2015 yılı arasında yapılan karşılaştırma ile yargıya ayrılan bütçenin dünya çapında yaşanan krize rağmen %136 arttığı ifade edilmektedir. Yargıya ayrılan bütçenin arttırılması yargıya verilen önemi göstermediği gibi ayrılan bütçenin sorunları çözmek için mi yoksa yargı mensuplarının maaşları, adliyelerin giderleri ve bakım onarım masrafları gibi yargının işletim masraflarının artmasından mı kaynaklandığı belirsizdir. Bir alt başlıkta ele alınan yeni adliye binalarının yapılması konusu bu duruma açıklık getirecek niteliktedir.

 

B. Yeni Adliye Binaları Sorunları Çözmekte Yetersiz Kalacaktır:

 

On birinci paragrafta kapalı alan miktarının üç milyon metrekareye çıkartıldığı ve hedefin altı milyon metrekare olduğu belirtilmektedir. Adalet düzeninde hedeflerin fiziki koşulların iyileştirilmesinden önce yargının hızlı ve doğru karar vermesinin sağlanması, iş yükünün artmasının önüne geçilmesi ve hepsinden de önemlisi hâkim, savcı ve avukatların niteliklerinin arttırılması olmalıydı. Altı milyon metrekare içerisinde görev yapacak yargı mensuplarının niteliklerinde bir değişiklik olmaması durumunda fiziki koşulların iyileşmesi sadece geçici ve kısmi bir düzelme sağlayacaktır. Bir süre sonra aynı sorunlar çok daha büyük ölçüde adalet düzenini tıkamaya devam edecektir. Yapılan binaların amacına uygun kullanılmadığı da bilinmektedir. Örneğin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi için yapılan bina amacı dışında kullanılmaktadır.

 

C. Hâkim ve Savcı Eğitiminde Yeni Ölçütlere İhtiyaç Bulunmaktadır:

 

On üçüncü paragrafta Türkiye Adalet Akademisi’nin kapasitesinin güçlendirildiği belirtilmektedir. Güçlendirmenin stajyer kapasitesinin arttırılması olarak mı yapıldığı yoksa stajyerlerin eğitiminin daha nitelikli hale getirilmesi yönünde mi yapıldığı belirtilmemiştir. Türkiye Barolar Birliği’nin ve Baroların akademiye eğitim konusunda katkı veremediği bilinmektedir. Hâkim ve savcıların yabancı dil eğitimlerine önem verilmesi önemli bir gelişme olup yabancı dil bilgisinin yabancı hukuk kaynaklarının Türkçeye kazandırılması ya da hâkim ve savcıların yabancı hukuk kaynaklarından yararlanılarak eğitilmeleri için kullanılmaları konusunda bir çalışmadan bahsedilmemektedir. Dolayısıyla hâkim ve savcılarımızın yabancı dil eğitimi almalarındaki ana hedef belirsizdir. Düzenli olarak hâkim ve savcı alımı, açığın kapatılması için önemlidir ancak hâkim ve savcı alımında yapılan sınav ve mülakatın adayların niteliklerini öne çıkartacak şekilde yeniden ele alınması konusunda bir çalışmadan bahsedilmemektedir. Avukatlıktan hâkimlik mesleğine geçişe önem verilmesi son dönemdeki en önemli gelişmelerden biri olup devam ettirilmesi ve güçlendirilmesi gerekmektedir. Hâkim savcı açığının AB ortalamasına göre değerlendirilmesi ise yanlıştır. Türkiye’de bir hâkim ve savcıya düşen dosya sayısına göre değerlendirme yapılması hâkim ve savcı açığının daha doğru değerlendirilmesini sağlayacaktır.

 

D. Temel Kanunlar Çıkar Çevrelerinin Lobi Çalışmaları Nedeniyle İşlevsiz Kılınmıştır:

 

Temel kanunların yenilenmesi önemli bir hukuki yeniliktir. Ancak yeni temel kanunların tamamı yürürlüğe girdikleri tarihten sonra kısa süre içinde son derece önemli değişikliklere uğramışlardır. Hatta bazı hükümleri hiç yürürlüğe girememiştir. Örneğin TTK ve TBK hükümlerinin bazı hükümleri bazı çevrelerin yasama organı üzerinde yürüttüğü lobi çalışmaları nedeniyle hiç yürürlüğe giremeden değişikliğe uğramış ya da yürürlüğe girişi çok uzun süre ertelenmiştir. Bu durum hem söz konusu temel yasaların bütünlüğünü bozmuş hem de hedeflenen ihtiyacın karşılanmasını önlemiştir. Bu konuda TTK’nun şirketlerin mali denetime ilişkin hükümlerini ve TBK’nun kira sözleşmelerine ilişkin hükümlerini somut örnek olarak gösterebiliriz.

 

E. 12 Eylül 2010 Anayasa Değişikliği Asıl Beklentiyi Karşılayamamıştır:

 

YRS kitapçığında 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa değişikliğinde HSYK’nın yapısının değiştirildiği ve önemli düzenlemeler yapıldığı belirtilmektedir. Söz konusu değişiklikle HSYK’ya yöneltilen en önemli eleştiri olan Adalet Bakanı’nın HSYK üyeliğinden çıkartılması konusunda adım atılmamıştır. Adalet Bakanı’nın HSYK üyeliği halen devam etmektedir. Bu nedenle HSYK’nın siyasi etkiye açık yapısı halen devam etmektedir.

 

F. Askeri Yargıda Yapılan Değişikliklerin Sonuçları İncelenmemiştir:

 

YRS Askeri yargının görev alanının daraltılması ve disiplin mahkemelerinde subay üye uygulamasına son verilmesini önemli bir gelişme olarak belirtmektedir. Subay üye uygulamasının kaldırılmasının ortaya çıkardığı sonuçlar konusunda askeri yargıda bir araştırma yapılmamış ve subay üye uygulamasının kaldırılmasının olumlu ya da olumsuz yönleri araştırılmamıştır. Asıl hedefin hukukun üstünlüğünün sağlanması olması gerekirken kararı verecek olanların üzerinde üniforma ya da takım elbise bulunup bulunmamaları ile ilgilenilmiştir.

 

G. İdari Yargı İdari Teşkilatla Ele Alınması Gereken Bir Konudur:

 

Kamu görevlileri ile ilgili tüm disiplin cezalarının yargı denetimi kapsamına alınması ilk bakışta olumlu gözükse de idari yargının iş yükünü arttırmıştır. Bunun yerine idareden bağımsız çalışacak bir uzlaşma ya da hakem heyetinin oluşturulması yoluna gidilseydi bu konudaki uyuşmazlıklar daha hızlı ve etkin çözülebilirdi. Kamu Denetçiliği Kurumu’nun idari yargının iş yükünün azaltılmasına ya da idarenin eylem ve işlemlerinde hukukun üstünlüğüne daha fazla özen göstermesine katkı sağladığını söylemek mümkün değildir. Çünkü hukuka aykırı işlem ve eylem yapan idari personel bu işlem ve eylemlerinden ötürü sorumsuz olmaya devam etmektedir. İdari personelin bu sorumsuzluğu yargı kararı olan durumlarda bile aynı işlem ve eylemi tekrarlamalarını engellememektedir. Hatalı hukuki işlemlerin tekrarlanmasının önüne geçebilmek adına idari teşkilat kendi içinde bir özeleştiri yapmadığı gibi idari yargı da kararlarının uygulanmamasına ya da yerleşik kararlarının bilinmezden gelinmesine aldırış etmemektedir. Bu durum idari yargının iş yükünü arttırmakta ve vatandaşın mağduriyetine neden olmaktadır.

 

H. Yargı Paketlerinin Torba Yasa Olması Erişimi Engellemektedir:

 

Adalet hizmetlerinin etkinliğini arttırmak için çıkartılan yargı paketlerinin tamamı torba kanun niteliğindedir. Torba yasaların birden fazla konuyu düzenlemeleri ve birden fazla yasada değişiklik yapmaları nedeniyle içerdikleri düzenlemelerin tamamına uygulayıcıların ulaşması zorluk oluşturmaktadır. Bu nedenle yargı paketi olarak hazırlanan torba yasalar öncelikle yasa yapım yöntemi açısından içerdiği bilgilere erişilemez niteliktedir.

 

I. Yargı Paketleri Uygulamada Karşılığını Bulamamıştır:

 

Düzenlemelerin içeriğinde yer alan ve YRS’de örnek olarak sayılan durumlarla ilgili olarak da uygulamadan kaynaklı sorunlar devam etmektedir. Özellikle tutuklama kararlarında somut gerekçelere dayanma koşulu uygulamada yeterince yerleşmiş değildir. Azami tutukluluk süresinin beş yıl olması düzenlemesi ise yargılamaların kısa sürmesi durumunda önem kazanacak bir düzenlemedir. Toplumun vicdanını sarsan olaylarda yargılamaların uzun sürmesi ve bunun neticesinde tutukluların tutukluluk süresinin dolması nedeniyle serbest kalması durumunda toplumun adalet duygusu sarsılmaktadır. Bu nedenle tutukluluk süresinin ne kadar olacağı kadar ceza yargılamasının kısa sürede bitirilmesi için de çalışma yapılması gerekmektedir.

 

İ. Kitlesel Eylemlerde Daha Dikkatli Davranılmalıdır:

 

Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda yapılan iyileştirmelere rağmen gösteri yapan kişiler ile polis arasında yaşanan çatışmalar her gün gazete ve televizyonlara manşet olmakta ve hatta toplantının konusuna göre dünya basınına da çıkmaktadır.

 

J. Anayasa Mahkemesi Bireysel Başvuru İş Yükünden Kurtarılmalıdır:

 

Anayasa Mahkemesi’ne getirilen bireysel başvuru yolunun Anayasa Mahkemesi’ni tıkayacağını ve altından kalkamayacağı bir iş yükü yaratacağını en başından birçok hukukçu dile getirmişti. Nitekim Anayasa Mahkemesi Başkanı bireysel başvuru yolu nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nin kendi asli işini yapamaz hale geldiğini belirtmiştir. Adalet Bakanlığı Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın bu açıklamasını görmezden gelmektedir. Yukarıdaki paragrafta belirttiğimiz uzun yargılamalara ilişkin şikâyetlerin uzun yargılamaların önlenmesi şeklinde giderilmesi yolunun seçilmesi yerine bu konuda tazminat sunan bir yolun seçildiğini görmekteyiz. Adalet Bakanlığı’nın unuttuğu nokta her tazminat uzun yargılamanın yarattığı zararı gidermemektedir. Tazminatla giderilemeyen zararlarda bulunmaktadır ve bu tür zararlar çoğu zaman çok büyük insan hakları ihlallerine de neden olabilmektedir.

 

K. AİHM’ne Yapılan Başvurular Azalsa da İnsan Hakları İhlallerine İlişkin Başvurular Artmaktadır:

 

AİHM’ne Türkiye aleyhine yapılan başvurunun gerileme nedenleri içinde Anayasa Mahkemesine yapılan bireysel başvuruların artmasının olduğu göz ardı edilmektedir. Bireysel başvurular AİHM’ne yapılacak olan başvuruların doğrudan AİHM’ne gönderilmesini kısa süreliğine geciktirmiştir. Bu nedenle verilen istatistik doğru sonuca ulaşmamızı sağlayacak bir istatistik değildir. Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bireysel başvuru sayısının da bu istatistiğe eklenmesi ve değerlendirmenin de bundan sonra yapılması gerekirdi.

 

L. Mağdur Hakları için Bürokrasiden Daha Azı Gerekmektedir:

 

Mağdur haklarının etkin şekilde korunması için birden fazla kurumun işbirliği yapması zorunluluğu ortadadır. Bugüne kadar özellikle kadın ve çocuk hakları konusunda avukat, yargı, kolluk, kadın sığınma evleri, psikolojik danışmanlık hizmetleri gibi birbirinden farklı kurum ve hizmetleri bir araya getirebilen tek proje Ankara Barosu’nun Gelincik Projesi olmuştur. Söz konusu proje yirmi dört saat nöbet tutan bir tek kişinin bu kurumları telefonla koordine etmesi yoluyla çalışmakta ve başarılı sonuçlar almaktadır. Adalet Bakanlığı’nın bir kişi ve bir telefonla yapılan böyle bir çalışmayı yurt sathında ve daha etkili şekilde şuana dek hayata geçirememiş olması anlaşılır değildir. Mağdur Hakları Daire Başkanlığı gibi bürokrasi yaratmakla mağdur haklarının korunması mümkün değildir.

 

M. Devlete Emanet Çocuklar Korunamamaktadır:

 

Ülkemizde çocuk istismarının önlenmesi her dönem öncelikli hedef olarak belirlense de bir türlü önüne geçilememektedir. Özellikle son dönemde çocuk ıslah evlerinde yaşananlara ilişkin görüntüler devlete emanet edilmiş çocukların istismarının bile önüne geçilemediğini göstermektedir. YRS kitapçığının hiçbir bölümünde çocuk ıslah evlerinin koşullarının düzeltilmesi konusunda bir açıklama bulunmamaktadır. Bu konu Adalet Bakanlığı tarafından unutulsa da bu belgenin sunulacağı AB tarafından unutulacağını düşünmüyoruz. Çocuk ıslah evlerinin düzeltilmesi sağlanmadan toplumdaki çocuk istismarının önüne geçilebilmesi mümkün değildir. Çünkü devlet kendisine emanet olan çocukların istismarını önleyemediğinde toplumdaki istismarın önlenmesi konusunda toplumun desteklediği bir samimiyet bulamaz.

 

N. Hukuk Fakültelerinde Pratik Eğitim ve Felsefi Eğitim Öne Çıkarılmalıdır:

 

Hukuk fakültelerinin temelde iki eksiğinden biri pratik eğitim diğeri ise felsefi eğitimdir. Pratik eğitimin eksikliğinin en önemli nedeni akademik kadronun avukat ya da hâkim savcı olarak çalışmıyor olmalarıdır. Akademik kadronun özellikle avukat olarak çalışması önündeki YÖK ve Avukatlık Kanunu’ndaki yasakların kaldırılması son derece önemlidir. Böylece pratik deneyime sahip olan akademisyenler bu deneyimlerini öğrencilere aktarabilme fırsatını yakalayacaklardır. Bir diğer eksiklik ise hukuk felsefesi ve hukuk sosyolojisi eğitiminin yeterli düzeyde olmamasıdır. Hukuk felsefesi eğitimine daha fazla önem verilmesi muhakeme yeteneği gelişmiş hukukçuların yetişmesi için son derece önemlidir. Bu konuda TBB önemli sayılabilecek bir çalışma yapmış ve kamuoyu ile paylaşmıştır. Ancak Adalet Bakanlığı’nın bu konuda yaptığı ya da yaptırdığı bir çalışmadan bahsedilmemektedir. Artan hukuk fakültelerinin sayısının ve öğrenci sayısının sınırlanması ise eğitimin niteliği kadar önemlidir. Hukuk fakültelerinin ölçütlerinin belirlenmemiş olması bu sayının artmasındaki en önemli nedendir. Bu sebeple hukuk fakültelerinin sayısının artmasının önlenmesi, olan fakültelerin içinde yetersiz olanlarının kapanmalarının sağlanması gerekmektedir. Ancak üniversite eğitimi ticari iş haline getirildiği için ve hukuk fakülteleri en ucuz maliyeti olan fakülteler olduğu için özel hukuk fakültelerinin nitelikli hale getirilmesinin sağlanması o kadar da kolay görünmemektedir.

 

O. Hukuk Düzeni Karmaşıklaştırılmamalıdır:

 

Ülkemiz hukuk düzeni Tanzimat döneminden beri Kıta Avrupası hukuk düzeni içinde gelişimini sürdürmüştür. Türkiye’nin hukuk resepsiyonu da tamamen Kıta Avrupası Hukuk düzeni içerisinden alınmıştır. Bütün dünyada Anglo Sakson hukuk düzenine doğru bir kayış olduğu bilinmektedir. Ancak Anglo Sakson hukuk düzenindeki kurumların kendi hukuk düzenimize sağlıklı şekilde alınması yerleşmiş olan hukuk kurumlarımızın zarar görmemesine ve birikiminin yok sayılmamasına bağlıdır. Hukuk kliniği ve pro bono kurumları bu esaslar çerçevesinde ele alınmalıdır.

 

Ö. SEGBİS Ceza Hukukunun Özelliklerine Aykırıdır ve Savunma Hakkını Kısıtlamaktadır:

 

UYAP’ın geliştirilmesi uygulayıcılara çok büyük kolaylıklar sağlayacaktır. Ancak UYAP’ın geliştirilmesine rağmen kullanıcıların iyi yetiştirilmemesi özellikle icra dairelerinde tıkanıklığa neden olmaktadır. UYAP’taki aksaklıkların giderilmesi konusunda UYAP’ı en çok kullanan avukatların görüşleri alınmamaktadır. Avukatların ortaya koyacakları sorunların giderilmesi durumunda UYAP daha verimli çalışabilecektir.

 

SEGBİS ise ceza hukuku açısından tam anlamıyla hak ihlaline neden olmaktadır. Avukat ile müvekkilinin ceza yargılaması esnasında yan yana oturmasının sağlanması için çalışmalar yapılırken, barolar ve TBB bu konuda kamuoyu oluşturmaya çalışırken bütün Avrupa ülkelerinde uygulamada bu yönde iken sanığın avukatından fiziken ayrı olarak SEGBİS üzerinden ifadesinin alınması, hayata geçirilmeye çalışılan avukat ve sanığın yan yana oturması uygulamasına engel olacak niteliktedir. Yargılama esnasında avukatın müvekkili ile sürekli iletişim içinde olması yargılamanın adil olması için gerekli koşullardan biri olmasına karşın bu sistem bunu engellemektedir. Ayrıca sanığın duruşmada hazır olmaması durumunda SEGBİS üzerinden ifadeye çağrılması sanığın hal ve hareketlerinden edinilebilecek davranış özellikleri ve benzeri bilgilerden mahkeme heyetinin ve avukatların yoksun kalmasına neden olmaktadır. Aralarında menfaat çatışması bulunan sanıkların aynı oda içinde SEGBİS sistemi ile ifadeye çağrılmaları ise sanıkların bir birleri üzerinde baskı kurmaları olasılığını arttırmakta ve mahkemenin de bu duruma müdahale etmesini engellemektedir. Avukatın anlık olarak soru sorması, verilen cevapların ses ve görüntü kalitesinin düşüklüğü nedeniyle anlaşılamaması, tanıklarla sanıkların yüzleştirilememeleri gibi sorunlar ceza yargılamasında SEGBİS sisteminin adaletin gerçekleşmesine olumsuz yönleri içinde yer almaktadır. Bu sebeplerle yukarıda belirttiğimiz sakıncaları giderecek yeni bir sistem kuruluncaya kadar SEGBİS sisteminin ceza yargılamalarında uygulanmasından vazgeçilmelidir.

 

P. Yargı Mensuplarının Etik Değerlerinin Belirlenmesi:

 

YRS’de yargı mensuplarının etik değerlerinin belirlenmesinin yüksek mahkemeler ve HSYK ile işbirliği içinde yapılacağı belirtilmektedir. Yukarıda tespit ettiğimiz gibi yargı mensupları içinde avukatlar gösterilmemektedir. Bu durumda yargı mensuplarının etik değerlerinin belirlenmesinde avukatların görüşlerinin alınmayacağı sonucu çıkmaktadır. TBB’nin görüşünün sadece avukatların etik değerlerinin belirlenmesinde alınacağı ifade edilmiştir. Hal bu ki hukuk etiğinin belirlenmesinde yargılama makamı ve savunma makamı bir bütün olarak belirlenmelidir. İki tarafın birbirine bakış açısı ve birbirlerinde gördükleri yanlışları paylaşmaları etik ilkelerin doğru tespiti açısından daha sağlıklı bir yaklaşımdır.

 

R. Soruşturmanın Gizliliğinin Basın Tarafından İhlali Önlenmelidir:

 

Kitlesel Medya ve Yargı Arasındaki İlişkilerin Güçlendirilmesi Projesi ile yargı medya ilişkilerinin geliştirilmesi amaçlanmaktadır. Ancak soruşturmanın gizliliğinin basın yoluyla ihlal edilmesinin önlenmesi konusunda bir hedef belirlenmemiştir. Birçok avukat ve sanık geçtiğimiz dönemde aleyhlerindeki delilleri ve yargılandıkları dosyalardaki son durumu basından öğrenmek gibi yargılamanın güvenirliliğine aykırı durumlarla karşılaştılar. Avukatlar takip ettikleri dosyalardan bilgi ve belge almakta güçlük çekerken basın mensupları rahatlıkla istedikleri belge ve bilgilere ulaşabildiler. Yaşanan bütün bu olaylar nedeniyle de soruşturmanın gizliliğine aykırı hareket eden basın kurumları ve sorumluları hakkında kamuoyunu tatmin edici bir yargı süreci yaşanmadı. Yargısal faaliyetler hakkında basının bilgilendirilmesi her zaman masumiyet karinesinin korunması ile sonuçlanmayacaktır. Yargının medya ile olan ilişkilerinin düzelmesi yargı mensuplarının düzenli olarak basın açıklaması yapmalarından çok basın kurumlarının kendi bünyelerinde masumiyet karinesinin ne olduğunu bilen iyi yetişmiş hukukçu kadroları ile çalışmalarıyla mümkün olacaktır. Bu nedenle basın kurumlarının hukukçu kadrosu bulundurma zorunluluğu üzerine çalışma yürütülmesi daha doğru olacaktır.

 

S. Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yöntemleri Yargı Özelleştirilmeden Ele Alınmalıdır:

 

Alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinin her ülkede yargı yükünü azalttığı bilinmektedir. Ancak söz konusu yöntemlerin hukukçu olmayanların elinde ve kamu adına takip edilen uyuşmazlıkları da kapsayacak şekilde uygulamaya konulması adalet düzenine zarar verecektir. Öncelikle ceza yargılamasında uzlaşma kurumundan vazgeçilmelidir. Ceza yargılamasında şikâyete tabi suçlar bile aslında toplumun hukuk düzenine karşı işlenmiş olan suçlardır ve cezalandırılmaları toplumun huzuru ve adalet duygusunun tatmini için zorunludur. Ceza yargılamasında uzlaşma kurumunun devam ettirilmesi Anglo Sakson hukuk düzeninde olduğu gibi kamu adına soruşturulan suçlarda da pazarlık yolunun açılması sürecini başlatacaktır. Bu nedenle ceza yargılamasında uzlaşma kurumundan vazgeçilmelidir. Hukuk uyuşmazlıklarında eski usul kanunundan beri var olan tahkim uygulamasının geliştirilmesi, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 35/A maddesindeki uzlaşma yetkisinin daha etkin hale getirilmesi yollarına önem verilmesi düşünülmelidir. Bu amaçla İstanbul Tahkim Merkezi kurulmuşsa da söz konusu merkezin oluşumu hukukçu olmayan üyelerin ağırlıklı olarak bulunması ve bu nedenle de hukukun üstünlüğüne göre karar verme olasılığının düşük olması nedeniyle endişe vericidir. Ayrıca söz konusu merkezin uyuşmazlıkların büyük çoğunluğunu oluşturan düşük bedelli uyuşmazlıklardan çok yüksek bedelli uyuşmazlıklara ilişkin çalışma yapacak olması yargının iş yükünü azaltma amacına hizmet etmeyeceği açıktır. Söz konusu merkez büyük sermaye çevrelerinin yargının iş yükü nedeniyle uzun süren yargılamalardan kurtulmalarına sağlamak amacıyla getirildiği anlaşılmaktadır. Arabuluculuk uygulaması ise bu eğitimi alanların büyük kısmının avukat olması ve iki mesleği birden yapmalarına yasal engel konulmaması nedeniyle başarısız kalmaya mahkûm gözükmektedir. Çünkü çok daha yüksek ücret alma fırsatına sahip olunan dava ve işler için hem arabulucu hem de avukat olan birinin uyuşmazlığı arabuluculuk asgari ücret tarifesine göre çözmesi beklenemez. Arabuluculuk uygulaması devam ettirilecek ve bazı uyuşmazlıklarda zorunlu hale getirilecekse avukatlık mesleğinden tamamen ayrılması sağlanmalıdır.

 

Ş. İcra ve İflas Düzeni Kayıt Dışı Ekonomi İle Ele Alınmalıdır:

 

Ülkemizde paranın ve mal varlığının el değiştirmesi için getirilmiş olan bütün yasal düzenlemeler hesap vermemek ve borçlunun hacizden mal kaçırmasına olanak tanımak üzerine yapılandırılmış durumdadır. Bu nedenle borçlunun başkaları üzerine aktardığı banka hesaplarındaki paraların ve taşınmazlarının takibi hızlı şekilde yapılamamaktadır. Bunun en önemli nedenlerinden biri “nereden buldun” yasasının olmamasıdır. Danışıklı işlemlere karşı hukuken kesinleşmiş alacağı bulunan vatandaşlarımız tamamen savunmasız durumda kalmaktadırlar. TTK ile getirilen tek kişilik şirket kurulması, mali denetime ilişkin hükümlerin değişikliğe uğraması, sermaye şirketlerinin esas sermayelerinin çok üstünde borçlandırıcı işlem yapmaları ve bu durumların sebep olduğu iflasların hileli ya da taksiratlı iflas sayılmaları konusunda Yargıtay’ın öngördüğü zorlaştırıcı ilkeler özellikle ticaret piyasasında dürüst çalışan tacirin alacaklarını icra yoluyla tahsil edememelerine neden olmaktadır. Bu durumdan sosyolojik olarak en çok zararı ise bu tür şirketlerde çalışırken maaşı ve diğer özlük hakları ödenmeyen çalışanlar görmektedir. Çalışanların açtıkları davalar lehlerine sonuçlansa da icra aşamasında borçlunun hacizden mal kaçırması nedeniyle alacaklarını tahsil edememektedirler. Bu nedenlerle icra ve iflas düzeninin ele alınması sadece İcra ve İflas Kanunu ile değil Bankacılık Kanunu, HMK’da ki ihtiyati tedbire ilişkin hükümler, Tapu Kanunu, TTK gibi çok daha geniş bir mevzuatın birlikte değerlendirilmesi ile ihtiyacı karşılayacak bir düzene kavuşturulabilir. YRS ise önüne böyle bir hedef koymamaktadır.

 

T. Yargıda Zaman Yönetimi İnsan Odaklıdır:

 

Yargıda zaman yönetimi hangi ilkeleri kabul ederseniz edin tamamen insan odaklıdır. Hâkimlerin içinde çok nadir de olsa duruşmalara tam zamanında başlayan ve gerek avukatları gerekse tarafları adliye koridorunda bekletmeyen hâkimlerimiz bulunmaktadır. Bu hâkimlerimizin hiç biri YRS’nde belirtilen zaman yönetimi kavramına ilişkin bir eğitim almış değildir. Bu konuda hâkimlerimize verilecek eğitimin mutlaka olumlu bir sonucu olacaktır. Ancak yargıda zamanın en iyi şekilde değerlendirilmesi öncelikle her hâkimin yargılamanın uzamasının nedenlerini kendi mahkemesindeki iş yükü ve yine kendi mahkemesine özel durumları değerlendirerek tespit etmesi ile mümkün olacaktır. Bunun sağlanması da öncelikle hâkimin kendisinin çalışma disiplini ile ilgilidir. Örneğin Adalet Bakanlığı’nın seminerine katılacağı haftalar öncesinden belli olan bir hâkimin seminerin olduğu güne duruşma koyması, tatile çıkacağı hafta içine yine duruşma koyması zaman yönetimi konusunda eğitim verilmesi ile değil hâkimlerin çalışma disiplini ve hepsinden de önemlisi sorumluluk duygusu ile ilgilidir. Uygulamada en çok sorun yaratan zaman yönetimi ile ilgili konu kadın hâkimlerin doğum iznine çıkmalarından sonra yerlerine bakan hâkimlerin “kendi dosyaları olmadığı” gerekçesiyle doğum iznine çıkan hâkimlerin dosyalarını neredeyse bir yıl sürüncemede bırakmalarıdır. Adalet Bakanlığı’nın bu duruma yönelik yeni bir personel politikası geliştirmesi zaman yönetimi açısından zorunludur. Ancak böyle bir çalışma hedeflendiği görülmemektedir.

 

U. Bilirkişilik Gizli Hâkimlik Haline Gelmiştir:

 

Bilirkişilik kurumunun yeniden ele alınması zorunluluğunun tespiti doğrudur ancak bilirkişilik kurumunun asıl işlevine dönmesi öncelikle hâkimlerimizin bulundukları mahkemelerin görevli olduğu uyuşmazlıkların konusunda uzmanlaşması ve bilgi birikimine sahip olması ile mümkündür. Bugün birçok hâkim çözemediği ya da çözmeye zaman ayıramadığı uyuşmazlıkların nasıl çözüleceğini bilirkişilere devretmektedir. Hâkimin kendiliğinden karar vermeye münhasıran yetkili olduğu hak düşürücü sürelerin geçip geçmediğinin belirlenmesi gibi işlerin dahi bilirkişilere verildiği görülmektedir. Özellikle artan iş yükü nedeniyle dosyaların bilirkişilere gönderilmeden önce hiç okunmadığı durumlarla da karşılaşılmaktadır. Bunların dışında özellikle basit matematik işlemleri için bilirkişi atamalarının yapılmasına da rastlanmaktadır. Türkiye’nin 1923’den beri oluşan hukuk birikimi hangi davalarda ne tür bilirkişi incelemesi yaptırılabileceğini tespit edecek kadar gelişmiş olmasına karşın bu konuda ne bir yasa ya da yönetmelik taslağı hazırlanmış ne de içtihat geliştirilmiştir. Gerek HMK’da ki hükümler gerekse yeni hazırlanan Bilirkişilik Kanunu taslağı hâkimin kendi hukuki bilgisi ile çözebileceği işler için bilirkişi incelemesi yaptıramayacağı gibi soyut ve kolaylıkla farklı yorumlanabilecek hükümlerden öteye gidememektedir. Bu ve benzeri hükümler bile bir hâkimin kendi hukuki bilgisi ile çözebileceği konularda bilirkişiye gitmesini önlemeye yetebilecekken yargı kararlarının araştırılması ve yasaların dava konusu olaya uygulanması konusunda muhakeme yapılması zahmetine girmemek adına hâkimin kendisinin yapması gereken işler bilirkişilere yaptırılmaya çalışılmaktadır.

 

Ü. Adli Mühendislik İle İlgili Çalışma Yapılmalıdır:

 

Ülkemizde Adli Tıp Kurumu bulunmakta ancak Adli Mühendislik bulunmamaktadır. Adli Mühendislik çok daha geniş bir kavram olup Adli Tıp Kurumunun çözemediği birçok olayın çözebilecek bir bilimsel disiplini ifade eder. Adalet Bakanlığı bugüne kadar bu konuda bir çalışma yapmadığı gibi YRS’nde de böyle bir hedef koymuş değildir. Adli Tıp Kurumunun ülke çapında yayılması içinde bir çalışmaları bulunmamaktadır. Bunun yerine İstanbul merkezli olarak büyütme amacı güdülmektedir. İstanbul’un ülkenin neredeyse %60’ına 700 km’den daha uzak olması Adli Tıp Kurumunun çalışmasını zorlaştırmakta ve yargılamaların uzamasına neden olmaktadır. Yukarıda incelenen yargıda zaman yönetimi kavramı içine bu ve benzeri konularında alınması gerekir. İstanbul’un iş yükü nedeniyle sadece İstanbul’da ki mahkemelere hizmet verecek bir Adli Tıp Kurumunun bulunması olağan karşılanabilir ancak İstanbul’a öncelik verilecek diye bütün Anadolu’nun ihmal edilmesi kabul edilemez. Adalet Bakanlığı buna ilişkin bir değerlendirme ve hedef belirlememektedir.

 

V. İhtisas Mahkemeleri Amacından Sapmaya Başlamıştır:

 

Hâkimlerin belli konularda uzmanlaşması yargının iş yükünü azaltması ve daha doğru kararlar verilmesi açısından önemlidir. Ancak ihtisas mahkemelerinin kurulması hâkimlerin uzmanlaşması amacına yönelik olarak değil iş yükünün paylaştırılması amacına yönelik olarak gerçekleşmeye başlamıştır. Özellikle Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmekte olan dava ve işlerin büyük kısmı bu mahkemelere kaymıştır. Aile hukuku ile ilgili mal varlığına ilişkin bazı davalar ise Aile Mahkemeleri ile Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülmektedir. İhtisas mahkemelerinin görev ve yetkilerinin kanunlardaki sistematiğin katı şekilde yorumlanması yoluyla belirlenmesi çok sayıda görev ve yetki uyuşmazlığına neden olmuştur ki bu durum Yargıtay’ın hem iş yükünün artmasına hem de farklı dairelerin birbiriyle çelişkili kararlar vermelerine neden olmuştur. Görev ve yetki karmaşası yaratılmadan ihtisas mahkemelerinin oluşturulması aynı tür mahkeme içinde hâkimlerin uzmanlaşmasının sağlanması ve iş bölümü ile sağlanmalıdır. Örneğin bankacılık uyuşmazlıklarında şuan Ankara 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin yetkili ve görevli sayılması gibi. Böylece mahkemelerdeki ve Yargıtay’daki görevsizlik ve yetkisizlik kararlarından kaynaklı iş yoğunluğunun da önüne geçilebilir. Ancak Adalet Bakanlığı YRS’nde bu durumu doğru teşhis edememiştir. İhtisas mahkemelerinde meslekten olmayan hâkimlerin çalıştırılması düşüncesi ise hukukun üstünlüğünün sağlanması hedefi açısından tam bir geriye gidiş olacaktır. Bu konuda AB ülkelerinin uygulamaları Türkiye gerçekleriyle karşılaştırılamaz. Çünkü hedef yine yanlış belirlenmektedir. Amaç AB’ne benzemek değil hukukun üstünlüğünün sağlamasıdır. Hukukun üstünlüğü sağlanamadıktan ve adil karalar verilemedikten sonra AB’ne benzemek Türkiye’ye hiçbir şey kazandırmayacaktır.

 

Y. Avukatlık Kanunu Vatandaşın Adalete Erişim Hakkı İle İlgilidir:

 

Avukatlık mesleği vatandaşla hukuk düzeni arasında köprü görevi görmesi nedeniyle vatandaşın adalete erişim hakkının önemli bir kısmını oluşturur. Bu nedenle Avukatlık Kanunu hazırlanırken sadece avukatların sorunlarının çözümü değil aynı zamanda avukatlık hizmetini alacak olan vatandaşın adalete erişim hakkının da düşünülmesi gerekmektedir. Adalet Bakanlığı’nın bu bakış açısı ile TBB’nin azami ölçüde katılım sağlayacağı bir Avukatlık Kanunu tasarısı hazırlamasını sağlamak yerine kendi bürokratlarına Avukatlık Kanunu tasarısı hazırlatması her iki amacında yani gerek avukatların sorunlarının çözümünün gerekse vatandaşın adalete erişim hakkına ilişkin sorunların çözümünün gerçekleşmemesi sonucunu doğuracaktır. Önceki yıllarda hazırlanan Avukatlık Kanunu tasarılarında özellikle yabancı avukatlık bürolarının Türkiye’de çalışmalarına izin veren düzenlemeler içermesi avukatlık mesleğinin yabancı hukuk bürolarının tahakkümüne girmesi tehlikesini ortaya koymuştur. Yeni Avukatlık Kanunu’nun mevcut tasarı haricinde yeniden ele alınması bu sebeple daha sağlıklı olacaktır.

 

Z. Noterlik, Memurların Emeklilik Sonrası İkinci İşi Olmaktan Çıkartılmalıdır:

 

Ülkemizdeki noterlerin büyük bölümü devlet memurluğundan emekli olan kişilerden ya da uzun süre memur olarak çalıştıktan sonra istifa eden kişilerden oluşmaktadır. Noterlik emeklilik sonrası ikinci bir iş olarak ve zenginleşme aracı olarak yapılmaktadır. Noter olabilmek için her ne kadar hukuk fakültesini bitirmiş olmak zorunluysa da noterlik belgesini yıllar öncesinden alıp sıraya girmek en önemli koşul durumundadır. Noterliğe giriş koşullarının yeniden düzenlenmesi gerektiği açıktır. Ancak noterlikte düzenlenmesi gereken sadece giriş koşulları değil aynı zamanda noterlerde çalışan kişilerin niteliği de yeniden ele alınarak düzenlenmelidir. Mirasçılık Belgesinin verilmesi gibi çekişmesiz işlerin noterlere verilmesi ve noterlerin yetki ve görev alanlarının genişletilmesi isteniyorsa öncelikle noterliklerde çalışan kadroların bu işlerin altından kalkabilecek niteliğe kavuşturulması gerekmektedir. Bugün özellikle Büyükşehirlerde görev yapan noterlerin bir kısmı makamında oturmaya bile tenezzül etmemektedir. Küçük şehirlerdeki noterlerin önemli bir kısmı ise haftanın birkaç günü notere uğramaktadırlar. Noterin başında bulunmadığı eğitimsiz bir kadroya çekişmesiz de olsa bir kısım hukuk işlerinin devri çok ağır sonuçlar doğurabilir. Gerek noterlerin mesleğe kabul koşulları gerekse noterliklerde çalışan kişilerin nitelikleri düşünüldüğünde noterlik kurumunun daha geniş ele alınması gerekmektedir.

 

V. SONUÇ:

 

YRS’nde yapılan “Durum Analizi” yargı düzenimizin doğru analiz edilemediğini göstermektedir. Bu nedenle yapılan ya da yapılacağı belirtilen çalışmalar sorunların çözümü konusunda ya yetersiz kalmakta ya da bazı durumlarda yanlış çözüm olarak belirlenmektedir. Adalet Bakanlığı’nın öncelikle özeleştiri yapmaktan kaçındığı görülmektedir. Her ne kadar işbirliğine açık bir görüntü vermeye çalışsa da birçok konuda iş birliğinden uzak çalışmalar yürütülmüştür. Özellikle TBB ve Barolarla daha etkin çalışmalar yapılabilecekken bundan şiddetle kaçınılmaktadır. Yeni stratejilerin belirlenmesinde avukatların daha fazla katkı sağlamaları bu durumun düzelmesinde etkili olacaktır.

AVUKAT
BÜLENT NURİ KURDOĞLU