SORUŞTURMA KOMİSYONU ÜYELERİNİN TARAFSIZLIĞI VE SİYASAL BAĞLANTILARINDAN ARİ DAVRANIP DAVRANAMAYACAKLARI SORUNU

SİYASİLERİN YARGILANMA YÖNTEMİ VE TOPLUMSAL ALGI

TBMM

Soruşturma Komisyonu Üyelerinin Tarafsızlığı ve Siyasal Bağlantılarından Ari Davranıp Davranamayacakları Sorunu

                                                                                                    Av. Ömer Esirgemez

             GİRİŞ:

  Türk yargı sisteminin önemli sorunlarından biri de “siyasilerin yargılanması yargı yolu yol haritasında yer alan soruşturma komisyonunun tarafsızlığı ve objektifliği” konusu olmaktadır. Gerçekten “yargı makamının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” temel norm Anayasa ve yasalarla sağlanmış sayılsa bile yürütme işlemi niteliğindeki “komisyon soruşturması”nda çoğunluğu oluşturan siyasal güce karşı “tarafsızlık ve objektiflik” ilkesi gerçekten uygulanabilir mi, işletilebilir mi?

             Soruşturma Komisyonunun oluşumu ile üyeleri hakkındaki düzenlemeleri ve kıyasen yargı erkini kullanan makamlardaki kişiler dikkate alınarak Soruşturma Komisyonu Üyelerinin Sorumlulukları tartışılacaktır.

           SİYASİ PARTİLER

Siyasal partiler 2820 sayılı Yasanın 3üncü maddesinde tanımlandığı gibi: “Siyasî partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; milletvekili ve mahalli idareler seçimleri yoluyla, tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.” Tanımdan da anlaşılacağı gibi, yasanın belirlediği amacın dışında bir amaçla siyasi parti kurmak mümkün değildir. Siyasi partileri derneklerden ayıran en belirgin özellik de budur. Siyasi parti kurucuları ve organlarının, üyelerinin “demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması” amacı dışındaki eylem ve işlemleri hukuka aykırılık kapsamındadır. Denetim ve yargılama; anılan amaca aykırılık teşkil eden eylem ve işlemlere ilişkin delillere dayanılarak yapılacak olup bu “her türlü delil” in kapsamı , “delillerin hukukiliği” ni aşan nitelik taşımaktadır. Çünkü toplum yargısının hukukiliği söz konusu değildir; sosyolojik bir olgudur.

       Siyasi parti üyesi olmanın şartları ve sınırları 2820 sayılı yasanın 11inci md.de belirlenmiştir. Bu genel şartlara aykırı olmamak koşuluyla 40.md.’ ye göre tüzükte gösterilecek şartlar da ilave edilebilmektedir.

      Siyasi partilerin ülke yönetiminde temsilcileri olan milletvekillerinin “yürütme” de görev almamış olanlarının görevleri ile ilgili olarak yasalara aykırı davranış ve tutumlarının denetlenebilmesi “dokunulmazlık” hakları gereği ya dokunulmazlık korumasının TBMM’ ce kaldırılmasına ya da ilgilinin milletvekilliği görev süresinin bitmesine bağlıdır. Ancak genel yargılama hükümleri geçerli olacaktır.              

                           YÜRÜTMEDE GÖREV ALAN SİYASİLERİN YARGILANMASI

Yürütmede görev almış olup milletvekilliği “bakan”lık görevi ile birleşmiş olanlarla TBMM Üyeliği dışından bakanlık görevi alanların görevleri ile ilgili olarak yasalara aykırı davranış ve işlemlerinin denetlenmesi farklılık göstermektedir. Bir ülkenin kaderine hükmedecek olan   siyasi partilerin kuruluş ve işleyişinde uyacakları normların başında temel norm olarak “Anayasa” gelmektedir. Bağlayıcı temel norm; yönetme yetkisine sahip kuruluşun “keyfilik”inin önüne geçilebilme önlemidir. Yürütme organının topyekün veya bir üyesi “bakan” ın yargılanması bu nedenle “yasaların Anayasa’ ya uygunluk denetimini yapabilen Anayasa Mahkemesi” tarafından Yüce Divan sıfatıyla yapılabilecektir.       

       Anayasa Mahkemesi “yasaların Anayasa’ ya uygunluk denetimi” ile “Yasama”nın keyfiliğini önlerken “Yürütme”nin yasalara aykırı olarak keyfiliğini ve işlediği suçları da yargılarken “demokrasi yönetimini”nin suiistimaline karşı çifte sübap görevini görmektedir. Yürütme erkini kullanacak olan siyasal partinin veya partilerin “parlamenter demokrasi” lerde “yönetecek kişilerin karakter ve nitelikleri” ne güvenilerek ve bağlanılarak birden çok görevin, birinin diğerine sebep veya sonuç oluşturacak etkileşimi nedeniyle yasal düzenlemeler ötesinde, bu vasıflara güvenilerek teslim edilen emanetin ve oluşan toplumsal uzlaşmanın sürdürülmesi, yönetilmesi olgusunun en zayıf noktasının “kişi karakter ve niteliklerinin yetersizliğinin sonradan anlaşılmış olması”nda yatmakta olduğu uzun uygulama ve deneyimlerle ortaya çıkmıştır. Yüce Divan’ da yargılanmanın belki de en önemli sonucu “tarih önünde sorumluluk sınavı” olarak da değerlendirilebilir. Ayrıca uzun bir perspektif açısından “yürütme görevindeki başarıların engellenmesi amacıyla kötü niyetli muhalefetin de gerçek dışı iftira ve karalamalarına maruz kalan” ların aklanması tarihsel bir ödül olacağı gibi; kıskanç, müfteri, kompleksli olanların teşhiri yoluyla yönetime ortak olmak isteyen kötü niyetlilerin bu amaca ulaşmalarına engel olmak suretiyle de tarihsel bir görev ifa edilmiş olabilir.

           Görevini kötüye kullanmış yürütme organı üyesi (bakan) nin hukuka aykırı eylem ve işleminin yargı önüne gelmesi nasıl olacaktır sorusu 5271 sayılı CMK’ da yer almaktadır. CMK 158inci maddesi kapsamında şikayet veya ihbarın alınmasından sonra, CMK 160ıncı md. hükmüne göre “suç konusu olan eyleme, işleme karışmış olanlar hakkında düzenlenecek iddianamede “bakan” ın adının da geçmiş olması, suçun nev’ine göre özel yetkili savcılıkça yürütülecek soruşturmayla “bakan” için “fezleke” düzenlenerek Adalet Bakanlığınca TBMM Başkanlığına gönderilmesi sağlanacaktır. Düzenlenen iddianamede ve fezlekede “bakan” hakkında henüz şüpheli sıfatı kullanılmayacaktır. Çünkü hakkında iddianame düzenlenemeyecek olan kişi için “şüpheli” sıfatını kullanmamızı sağlayacak bir hüküm bulunmamaktadır. Kamu görevlilerinin suç isnadına karşı korunabilmesi için “memurlar” hakkında 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkındaki Kanun “izin” müessesini getirmiştir. Ancak ağır cezalık suçlar ile mülga TCK 243 ve 245inci madde suçları iznin istisnalarıdır. Yürütme organında, kendi alanının en üst ita amiri olan “bakan” için de “TBMM’ nin izin vermesi” gerekecektir. Örneğin Cumhurbaşkanının izin vermesi gerekeceği gibi hiyerarşik bir uygulama akla gelebilirse de “kuvvetler ayrılığı” sistemi içinde ulusal hakimiyet adına bu yetkinin TBMM’ den başkasının kullanabilme olanağı yoktur.

           Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesi gereği TBMM Genel Kurulunda ilgili bakan hakkında soruşturma açılmasına esas olmak üzere “araştırma komisyonu” kurulmasına karar verildiği takdirde “savcının görevlerini devir almamış olmak koşuluyla” yasada öngörülen düzenlemeye uygun olarak “soruşturma komisyonu” kurulacaktır. TBMM İç Tüzüğü gereği kurulmuş olan “daimi” komisyonlarla konumuz olan “soruşturma komisyonu” nu karıştırmamak gerekecektir. Çünkü anılan soruşturma komisyonu sadece önüne gelen spesifik konuyu irdeleyecektir. Daimilik niteliği yoktur; her bir soruşturma için tekrar oluşturulacaktır.

            Soruşturma komisyonu “savcının görevleri” ni devralmış olacak mıdır? Kuvvetler ayrılığı ilkesi gereği yargının görev ve yetkilerinin yürütme veya yasamaya devredilmesi söz konusu olamaz. Anayasanın askıya alındığı olağanüstü bir dönemden bahsedilmediğine göre bu denetimin “teftiş” niteliğindeki “tahkikat” a benzetilmesinin doğru olacağını düşünmekteyiz. Ancak “İdarenin hiçbir işleminin hukuksal denetimden kaçırılamayacağı” nı esas alarak tahkikatın TBMM denetiminden kaçırılamayacağı sonucu kendiliğinden doğmaktadır.

           TBMM İç Tüzüğü’ nün Beşinci Bölüm 107inci maddesi:” Görevde bulunan veya görevinden ayrılmış olan Başbakan ve bakanlar hakkında Meclis soruşturması açılması, Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının en az onda birinin vereceği bir önerge ile istenebilir.

             Bu önergede; Bakanlar Kurulunun genel siyasetinden veya bakanlıkların görevleriyle ilgili işlerden dolayı hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın cezai sorumluluğu gerektiren fiillerinin görevleri sırasında işlendiğinden bahsedilmesi, hangi fiillerinin hangi kanun ve nizama aykırı olduğunun gerekçe gösterilmek ve maddesi de yazılmak suretiyle belirtilmesi zorunludur.” hükmüyle öncelikle “izin isteği”; 108inci madde:”Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına verilen Meclis soruşturması önergesi gelen kâğıtlar listesine alınır ve Genel Kurulda okunur. Okunan önergenin bir örneği, Başkanlıkça hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana gönderilir.

             Meclis soruşturması açılıp açılmaması hakkında yapılacak görüşmelerin günü, önergenin verilişinden itibaren bir ay içinde görüşülüp karara bağlanacak şekilde, bir özel gündem halinde Danışma Kurulunun teklifi üzerine Genel Kurulca tespit edilir. Bu görüşme günü de ayrıca hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakana bildirilir.

             Sırasıyla, önergeyi verenlerden ilk imza sahibinin veya onun göstereceği bir diğer imza sahibinin, şahısları adına üç milletvekilinin ve o sırada görevde bulunsun veya bulunmasın, hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın konuşacağı bir görüşmeden sonra, Meclis soruşturması açılıp açılmaması hakkında Genel Kurulca gizli oyla karar verilir.”hükmüyle de “izne onay” prosedürü açıklanmıştır.

           TBMM’ nin soruşturma açılması kararının mevcut delillerle bağlantısı dikkate alındığında, sonradan yapılacak incelemenin toplanan delilleri tümüyle yok sayma kararının objektifliğine gölge düşüreceği sonucuna ulaşabiliriz. Çünkü TBMM Genel Kurulu’ nun İradesinden başka üst irade bulunması olanaksızdır. Aksi takdirde sunulan delillerin ve oluşan şüphenin oluşumuna katılanların ayrıca yargılanması gerekir. Bu hal ise bizatihi TBMM’i töhmet altında bırakmak demektir. Delillerin yetersizliği ile “yok sayma” aynı sonuçları doğurmamalıdır.

         TBMM İç Tüzüğü 109 uncu md. “Soruşturma açılmasına karar verilmesi halinde, soruşturmanın yürütülmesi görevi, Anayasanın 100 üncü maddesi hükümlerine göre, Başkanlıkça Genel Kurulda yapılacak ad çekme suretiyle kurulacak on beş kişilik bir komisyona verilir.

        Komisyon, kendisine bir başkan, bir başkanvekili, bir sözcü ve bir kâtip seçer.

         Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa göre hâkimlerin davaya bakmasına veya karara katılmasına engel oluşturacak durumlarda bulunan, Meclis soruşturması önergesini veren veya daha önce Türkiye Büyük Millet Meclisinde ya da dışında bu konudaki görüşünü açıklamış milletvekilleri, bu komisyona seçilemezler.

           Komisyonda görevli memur ve raportörler ile stenograf için de aynı hüküm uygulanır.” Hükmüyle komisyonun kuruluşunu düzenlemekle kalmamış, “tarafsız” ve “objektif”liğini koruma koşullarını da belirtmiştir.

         Gerçekten “tarafsızlık” ve “objektiflik” in sağlanmasında dayanılacak yasal düzenlemelere atıf yapılarak komisyon üyelerinin kendilerine verilen görev içinde bağlı oldukları siyasi partiyle hal ve geleceğe ilişkin düşünce birliği ilişkisinden etkilenmemeleri gerektiği vurgulanmaktadır.

           Meclis soruşturması komisyonunun çalışma usulü ve süresi, İç Tüzük’ ün 110uncu maddesinde düzenlenmiştir.

           Meclis soruşturması komisyonunun yetkileri 111inci maddede:”Komisyon kamusal ve özel kuruluşlardan konu ile ilgili bilgi ve belgeleri isteyebilir; gerekli gördüklerine el koyabilir; Bakanlar Kurulunun bütün vasıtalarından faydalanabilir; Bakanlar Kurulu üyelerini, diğer ilgilileri, tanık ve bilirkişileri dinleyebilir.

             Komisyon, naip veya istinabe yolu ile adlî mercilerden yardım isteyebilir. Ayrıca Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun tanıklarla, bilirkişilerle, zapt ve arama ile ilgili olarak adlî mercilere verdiği hürriyetleri kısıtlayıcı yetkilerin genel hükümler çerçevesinde kullanılmasını, gerekçesini bildirmek suretiyle görevli adlî merciden yazıyla isteyebilir.

             Komisyon, hakkında soruşturma açılması istenen Başbakan veya bakanın savunmasını alır. Bununla ilgili olarak talep edeceği belgeleri temin ettirir.

             Komisyon, gerektiğinde alt komisyonlar kurarak Ankara dışında çalışma kararı alabilir.” hükmü ile düzenlenmiştir.

            Yukarıdaki hüküm “Soruşturma Komisyon”unun yetkilerinin karma niteliğini ortaya koymaktadır. “El koyma”, “Bakanlar Kurulunun bütün yetkilerinden yararlanma” gücü “savcılık makamı” yetkilerini aşarken, “görevli adli mercilerden izin isteme” yönüyle de kesin hüküm oluşturamayacağına işaret edilmektedir.

            Gerçekten “ soruşturma usulü”nde yer alan hükümler, delillerin toplanması yönünden gerekli yetkinin fazlası ile “Soruşturma Komisyonu” na verildiğini göstermektedir. Ancak bu yetkilerin kullanılmasında nitelikli karar sayısının bulunmamasının sorun yaratacağı başından görülmektedir. Nitekim adli makamlardan istenecek “hürriyetleri kısıtlayıcı yetkiler” in kullanılması bunların başında gelmektedir.

“Komisyon Kararı” TBMM Genel Kurulunda oylanarak uygulamaya konulacaktır.              

Soruşturma Komisyonu Üyeleri Kimlerdir?

  Mevzuatımızda milletvekili olabilme şartları yönünden herhangi bir mesleki nitelik veya kişiyi üstün kılan bir meziyet arayışı bulunmamaktadır. Eşitlik ilkesi gereği uygulama evrensel hukuka uygun ise de “kişinin toplum önünde yetersizlik damgası yememesi açısından” gerek başvuruda bulunacak kişinin kendisini denetlemesi gerekse seçici makamın başarı özlemi yönünden önem taşımaktadır. Soruşturmayı yapacak komisyon üyelerinin niteliği ve bu işle ilgili ehliyetlerinin yanında soruşturulacak kişi ile “menfaat” vs. ilişkisi içinde olanların görevi ele geçirmelerini önlemek için seçimin “ad çekme” yoluyla yapılması İç Tüzük gereğidir. Komisyon teşekkülü bu anlamda biri diğerinin sonucu olan bir sakatlığı beraberinde getirmektedir. Birincisi TBMM üyelerinin seçiminde, seçmen kitlesinin yeterli nitelikteki üyeyi seçebilmesinin önündeki engel; ikincisi ise seçilmiş TBMM üyelerinden ad çekme ile oluşturulacak “soruşturma komisyonu” na ne kadar nitelikli üye seçilebileceği sorunudur. Nitekim 2014 yılında oluşturulan “soruşturma komisyonu üye seçimi” nde kamuya yansıyan görüntülerde “şu mu?”, “şu mu” şeklindeki yönlendirmeler kuşku ve güvensizlik yaratmıştır. Sonucu önceden belirlenen ihale gibi, sorunun çözümünde kuşku duyulmayacak bir yöntemin geliştirilmesi beklenebilir. Yukarıda değinildiği gibi “kişilik özellikleri ve değerler” bir mihenk taşı gibi tekrar karşımıza çıkmaktadır.

Komisyon Kararı

     Soruşturma Komisyonu Kararı “izin verme” veya “ izin vermeme” şeklinde olabilir.Her iki halde de anılan karar TBMM Genel Kurulu’ nda gizli oy, açık sayım yöntemiyle denetlenecektir. “İzin Verme” kararı ilgililerin Yüce Divan’da yargılanmaları için yeterli delil ve kanaate ulaşıldığının TBMM Genel Kurulu’ na bildirilmesi olup Meclis’ in bu kararı onaması en büyük ihtimaldir. “İzin Vermeme” kararı ise “yeterli delile ulaşılamamış olma”, “delillerin hukuka aykırı toplanmış olması”, “suçun unsurlarının oluştuğuna ilişkin vicdani kanaate ulaşılamamış olma” vs. hallerinden birine dayanabilir. Bu takdirde “ oluşan sonuç”a inanırlığın denetlenmesi önem taşımaktadır. Çünkü çoğunluğu oluşturan siyasal iktidarın “kendi mensubu” nu koruma güdüsü, planı veya isteği anılan kararın oluşumunda etkili olmuş ise “izin vermeme” kararı da hukuka aykırı olacaktır.

       Çoğunluğa sahip siyasal partinin kendi bakanı hakkında TBMM’ de soruşturma izni vermemesi hali de her zaman mümkündür. Bunun denetimi ancak; sunulan maddi “delil” lerin “görünür gerçeklik” kapsamında kamu oyunda yaratacağı itiraz ile yapılabilecektir. Başka bir anlatımla kamu oyu tepkisi, izne zorlayıcı unsur olabilmektedir. Savcılığın suça karışmış diğer kişiler hakkındaki delilleri toplarken elde ettiği delillerde yargılanacak “bakan” hakkında da delil veya kuvvetli şüphe yaratan hususlar var ise kamu oyunun bunları öğrenmesi “denetim” e esas olacak “algı”nın oluşmasını sağlayacaktır. Kamu oyunun “öğrenme hakkı” nı engelleyecek gizlilik kararı gibi, sayısal çoğunluğa ve baskıya dayalı kararlar bulunması halinde gerçeğe ulaşılamayacağı açıktır. Siyasal iktidarın bu algıya rağmen soruşturma izni vermeme kararı vermek suretiyle bir risk göze alması halinde; ilk genel seçimlerde cezalandırılması ihtimalinden başka bir önlem yoktur. Siyasal iktidarın böyle bir riski göze alabilmesi hangi koşullarda gerçekleşebilir sorusuna karşılık olarak akla gelebilen ilk ihtimal; çoğunluğu oluşturan kamu oyunun algılama eksikliği, kültürel ve etik değerler yetersizliği, menfaat ilişkileri olarak sıralanabilir. Tarihsel sorumluluğu ve riski ağır olan bu halden kurtulmak için genellikle “görünür gerçeklik” kapsamında delile rastlanması halinde soruşturma izni verilecektir.

Soruşturma Komisyonu Tarafsız Karar Verebilir Mi?

            TBMM Soruşturma Komisyonu’ na gelen dosyalar (İç Tüzük deyimiyle “kağıtlar”) hakkında üyeler tarafsız ve objektif davranabilirler mi?

           Soruşturma Komisyonu Üyeleri’ nin önlerine gelen dosyalar hakkında tarafsız ve objektif davranmaları esastır. Her ne kadar bu konuda ayrı bir düzenleme yoksa da yargı yeri benzeri sayılacak soruşturma komisyonunun kendi üyelerini bağlayacak en önemli değer olarak “milletvekilliği yemini” ni ele alabiliriz. 1982 Anayasasının 81inci madde metni ”Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma; büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim’ şeklindedir.

             TBMM’ de teknolojinin de yardımıyla “millet” huzurunda eda edilen bu yemin “kişiyi bağlar” ve bu yemin hilafına davranış, tutum ve işlemler “kişinin güvenilmezliği” ni, “kaypak kişilik”ini, “kötü niyet”ini, “içten pazarlık”lılığını ortaya koyar. Yemin metnindeki “hukukun üstünlüğüne” ve “Anayasa” ya bağlı kalacağı teminatı konumuza da ışık   tutmaktadır.

               Sn.Z.Hafızoğulları, Türk Hukuk Düzeninde Hukukun Üstünlüğü Sorunu, isimli ve ABD 2002/1 sayısında yayımlanan makalesinde:

               “Bu demektir ki, hukukun üstün olmasının kapsamı ve sınırı, yasamanın işlemleri, yürütmenin eylem ve işlemleridir.

               Gerçekten, kaynağı doğrudan ulusal egemenlik(Ay.m.6) ola yargı erki(Ay.m.9),önceden kanunla kurulmuş(Ay.m.142), bağımsız mahkemeler(Ay.m.138/1), teminatlı hakimler eliyle kullanılmaktadır (Ay.m139). Bu erk kullanılırken, kimse mahkemeleri denetleyemez, hakimlere emir veremez(Ay. M.138/2,3). Yargı erkinin kullanılmasının denetlenmesi, yani yargı kararlarının hukuka uygunluğunun belirlenmesi, diğer başka bir erk tarafından değil, gene bizzat yargı erki tarafından, yargısal usullerle yapılmaktadır. Bu, mahkemelerin “dereceli olması” esasını getirmiştir.                

             Bu durum karşısında, Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanı, Anayasanın emri olarak,”…hukukun üstünlüğüne…bağlı kalmağa” and içerlerken, yasama erkinin işlemlerinin , yürütme erkinin eylem ve işlemlerinin mutlak surette yargı denetimine tabi olması, yasama ve yürütme organları ile idarenin yargı kararlarıyla bağlı olması esaslarına bağlı kalmağa and içmektedirler.

             Milletvekilleri ve Cumhurbaşkanının bağlı kalacaklarına and içtikleri hukukun üstünlüğü prensibinin, hukuk düzeninde gerektiği kadar gerçekleşmiş olduğu söylenemez. (53- Örnğ.bkz.,Ay.m.105,125,148,159,vs). Kuralın istisnası göze batacak kadar çoktur(54-Maalesef, bizler, ulusça, çağlardır “anlamadan” inanan bir toplumuz. Bu durum bir anlamda bilinçaltımız olmuş. ”Reform”, en başta anlayarak inanmaktır. Hukuk alanında da anlamını bilmediğimiz bir çok şeyi “düşünce” adı altında kitlelere pazarlamaktan hoşlanıyoruz. Oysa, düşünce, anlamı bilinen bir şeydir. Bunu da en başta, herhalde o düşünceyi söyleyen bilmek zorundadır.).Ancak olağanüstü koşullardan olağan koşullara dönmenin yolu, “hürriyeti yok etme hürriyetinin “ olmadığının herkesçe kabul edilmesidir. Her ne nedenle olursa olsun, kimse, Kanun koyucuyu uygar toplumun sınırlarını ihlale zorlamak hakkına sahip değildir.” diyerek çoğunluğun keyfiliğinin, sadece yazılı kuralları değil, evrensel hukuku ve çağdaş insanlık değerlerini de yıkmaya, yok etmeye kalkışamayacağını belirtmektedir.      

            Soruşturma Komisyonu kesinlikle yargılama mercii değildir. Bu durumda Cumhuriyet Savcısına ulaşan ihbar, şikayet ya da eylem hakkında toplanan, toplanmakta olan delillerle “Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakan”lardan herhangi birisiyle kurulacak irtibatı Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı” tamamen saptayamamış olabilir. “Görünür gerçeklik” niteliğine ulaşmış maddi deliller var ise yeterli sayılmalıdır. “Görünür Gerçeklik”e ulaşmamış deliller bile “kuvvetli şüphe” kapsamında soruşturmaya iznin gerekçesi olabilmelidir. Bu durumda soruşturma izni her zaman soruşturulanın aleyhine değil; aklanmayı sağlayan yönüyle de koruyucu ve lehe olan bir uygulama niteliğindedir.

            Her iki halde “soruşturma komisyonunun tarafsız ve objektif olması” önem taşımaktadır.

            Soruşturma komisyonunun delil toplama ile toplanan delillerin suçlamaya yeterliliğini saptama şeklinde anlaşılan görevinin esasını da objektiflik ve tarafsız davranması ile çözümlemekten başka çıkar yol yoktur.

            Temel normun ve buna bağlı diğer bağlayıcı normların uygulanmamasından ötürü oluşan uygulamadan çıkan sonucun “temel norm”muş gibi gösterilmesi, “de facto” hali, demokrasiyi yok edici bir mikrop, illet olarak karşımıza çıkmaktadır. “İdeoloji”, insan davranışlarını yönlendiren, inanç unsuruna dayanan, sosyal, siyasî ve ekonomik talepleri içeren fikir sistemidir (HAFIZOĞULLARI Zeki, “Dünü, Günümüzü ve Ötesini Anlatan Bir Kitap”, Ankara Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 44, Sayı: 1, 1995, s. 781, 782). Demokrasiye inanmamış “fikir sistemi” sahiplerinin yarattığı “de facto” olgusuna boyun eğmemenin yolları aranmak zorundadır.

            Komisyon Üyelerinin tarafsız ve objektif davranmak zorunda olacaklarını düzenleyen doğrudan bir norm yoksa da “hukukun üstünlüğüne” uymaya and içen üyeler için hakim ve savcılar açısından öngörülen normlar kıyasen dikkate alınmalıdır.

            “Hakimin objektifliğinin garantilerinden biri bağımsızlık diğeri de tarafsızlıktır. Burada bahsedeceğimiz husus ise yargının objektifliğinin ikinci boyutu olan tarafsızlıktır. Tarafsızlığın da iki farklı boyutu vardır ki; ilki hakimin uyuşmazlığın taraflarından her hangi birisine olan duygusal yakınlığı ya da uzaklığı, ikincisi ise hakimin kendi inanç, eğilim ve ideolojisine karşı tarafsızlığıdır.(SELÇUK Sami, Türkiye’de Siyasal Hayat/”Yargıcın Yansızlığı”, Ankara 2006, Arşt. Görv. Derya Karakoç’ un makalesinden).

            Hakimlerin siyasal nitelikte karar almaları ülkenin nasıl yönetileceği konusunda inisiyatif ve irade kullanmaları anlamına gelecektir. Bu da demokratik meşruiyeti olmayan bir tür baskı rejimi anlamına gelir. Bundan dolayı yargı kararlarının politik tercihlere dayalı olarak değil, hukuki mülahazalara dayalı olarak ve adaleti gerçekleştirme amacıyla verilmesi gerekir(a.g.makale).

                   Hakimlerin karar verirken siyasal ilkelere dayanabilecekleri, dayanmaları gerekeceği; ancak siyasi tercihlere dayanmaktan kesinlikle kaçınmaları gerektiği kabul edilmektedir. Demokrasilerde siyasal ilkeler; hukukun üstünlüğü, temel hak ve özgürlüklerin önceliği, eşitlik, vs… olarak sayılabilir.

                   Hakimlerin davranış ilkelerine doğrudan veya dolaylı olarak yer veren çeşitli uluslar arası belgeler bulunmaktadır. Bunlardan Bangalor Yargısal Davranış İlkeleri, Birleşmiş Milletler Uluslar arası suçları Önleme Merkezinin daveti ile 2001 yılının şubat ayında Hindistan’ın Bangalor şehrinde yapılan toplantıda Yargısal Grubu’nca hazırlanmış bir metindir. Bu belge HSYK’nun 27.06.2006 tarih ve 353 sayılı kararı ile benimsenmiştir.

                 Bangalor Yargısal Davranış İlkeleri aynı zamanda kodifike edilmeye çalışılan “yargı etiği” kurallarıdır.

             AİHM’nin bazı kararlarının yargıçların davranışları hakkında ipuçları verebilmesinin yanında Birleşmiş Milletler Yargı Bağımsızlığı Hakkında Temel İlkeler (1985), Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Yargıçların Rolü, Etkinliği ve Bağımsızlığı Hakkında 12 sayılı görüş (1994), resmi bir belge niteliği kazanmamış olmamakla birlikte Avrupa Konseyinin girişimi ile hazırlanan Yargıçların Statüsü Hakkında Avrupa Şartı (1998), Avrupa Konseyinin Avrupa Yargıçları Danışma Konseyi tarafından hazırlanmış olan 1 ve 3 sayılı görüşleri de bu kapsamdadır.

                     “Ne kadar mükemmel bir hukuk sistemi kurarsanız kurun, o sistemin karar verici asli unsuru olan hakim (ve savcıların) nitelikleri evrensel standartlara uymuyorsa, elde edilecek sonuç, adalet idealine ulaşmaktan çok çok uzaktadır. Hakimlik ve savcılık bir meslek değildir. Hakimlik ve savcılık aynen avukatlık gibi bir statüdür. Her statü ve makam gibi hakimlik ve savcılık da gelip geçicidir. Kişilerin temel hak ve hürriyetleri üzerinde söz sahibi olunan bu statüler, kişilerin kendi şahsiyetlerini bulmak ve kişiliklerini geliştirmek için ihdas edilmiş birer araç değildir. Bilakis, özellikle hakim ve savcılık başta olmak üzere bu görevler “şahsiyetini bulmuş” ve “kişiliği oturmuş”, aynı zamanda evrensel ve çağdaş hukuki değerleri benimsemiş olarak hukukçuluk mesleği ile iştigal eden kişilerin icra etmesi gereken görevlerdir. Sahip olduğu makamdan kudret alan değil, bu makama kudret katacak derecede kendini olgunlaştırmış (gerçekleştirmiş) kişiler, bu makamları ve görevleri işgal etmelidirler. Bu yüzden, özelde ceza muhakemesi sistemi ve genelde yargı mekanizması ancak bu özelliklerdeki kişilerin çalışabileceği şekilde donatılmalıdır. Zira, kanaatimizce, ancak “insan-ı kamil” vasıflarını taşıyan hukukçular hakim, savcı veya avukat (müdafi) olarak devletin adalet dağıtma işlevini gereğince yerine getirebilir. Çünkü, hakimler başta olmak üzere savcı ve avukatlar, yani tüm yargı görevi yapanlar, yasaların dilidirler. Bahsi geçen kişiler bu dili ne kadar mükemmel konuşurlarsa, adil yargılama da o derecede kusursuz gerçekleşmiş olur.” (TÜRKİYE CUMHURİYETİ YARGI SİSTEMİNİN TEMEL SORUNU “HAKİM VE SAVCI NİTELİĞİ” VE BU HUSUSTA EKLEKTİK BİR ÇÖZÜM ÖNERİSİ, makale, Yazarın Adı : SERHAT SİNAN KOCAOĞLU,YRD. DOÇ. DR. İUR.).

                       Soruşturma Komisyonu Üyeleri” nden hakim, savcı ve avukatlarda bulunması gereken ve yukarıda açıklanan kişilik ve davranış niteliklerini aramak ve bulmak zor ise de hiç bulunmayacağı yargısı haksızlık olacaktır. Yargılama sanatı içinde olmayan kişilerin eseri de yeniden denetlenerek tarih önünde zan altında kalmaları önlenebilir. Denetleme makamı “yargı makamı” olmalıdır. Yargı Makamı (Yüce Divan), delillerin değerlendirilmesini, takdirini, suçun unsurlarını ve sübuta erip ermediğini, vs. inceleyerek evrensel hukuka, yerel mevzuata uygun bir karar verecektir. Nihai denetim katına gitmemiş kararlar hakkında seçmenlerin her zaman bir kuşku içinde olmaları doğaldır. Bu kuşkunun doğmaması gerekir.

                     “Soruşturma Komisyonu Üyeleri” nden çoğunluğu oluşturan siyasal partiye mensup olanlarının “…demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacı” nı göz ardı edip gizli bir amaca hizmet etme doğrultusunda olmaları nedeniyle aynı amacı taşımakta olabilen yargılananlar hakkında “yargılanmaya izin vermeme” kararı vermesi mümkündür.

                       Bu olasılığı, delillerin yetersizliği, yokluğu gibi pozitif yönden ve hukuka uygun değerlendirme suretiyle ulaşılan “yargılanmama kararı” ndan ayırmak gerekir.

                     Tarafsızlık yitirilerek ulaşılan “yargılanmama kararı” nın TBMM Genel Kurulunda Komisyon Kararı’ nın gizli oy açık tasnifle denetlenmesi suretiyle “hukuk devleti” ne ve”hukukun üstünlüğü”ne ulaşılmaya çalışılmıştır. Olası baskılardan milletvekillerini korumayı amaçlayan bu yöntemin uygar, yurttaş bilincine ermiş, özgüven sahibi, tutarlı kişilik sahibi ve basit menfaat ilişkilerinden arınmış, utanma duygusu taşıyan üyeler yönünden geçerli bir yöntem olduğu görülmektedir. Ancak TBMM üyelerine dağıtılan üç olasılıklı oy pusulalarından kullanılmamış olanlarının kişilerden bizzat veya koltuk numaralarına göre geri toplanması gibi, üyelerin kullandığı oyun mahiyetini ortaya koyacak “gizli denetim” in varlığı halinde “Soruşturma Komisyonu Üyelerinin tarafsız davranmadıkları algısı” kendiliğinden tescillenmiş olacaktır.

                     Soruşturma Komisyonu Kararı’ ndan önce Savcının anılan dosya hakkında takipsizlik kararı vermiş olması Komisyon Kararına etki edecek midir? Şüphesiz delillerin yetersizliğine kesin kanaat getirilerek verilen takipsizlik kararına saygı duymak gerekeceğinden, Komisyon Kararına da etki edebilecektir. Ancak bu halde zaten dosyanın TBMM’ ye gitmemesi gerekir. Soruşturmayı başından beri yürüten Savcının bu yolda yeterli delile ulaşmış olmasına rağmen başka bir savcının delillerin hukuka aykırı elde edildiği gerekçesine dayanarak vereceği takipsizlik kararı “kayırma” niteliği taşıdığını gerekçesinden itiraf etmektedir. Hukuka aykırı delil toplayanın da yargılanabilmesi anılan dosya hakkında Mahkemenin vereceği kararın kesinleşmesi ile mümkündür.

Toplumsal Algı

                     Soruşturma Komisyonunun baskı olmadan da koruyucu nitelikte “gö­nül­lü bir an­laş­may­la ka­rar ve­rmesi” hali ağır bir sorumluluk gerektirmektedir.

                   Tarih önünde küçük düşmemek, ileride yargılanmamak gibi somut menfaatler yanında millet huzurunda yemin edilerek oluşturulan taahhüde bağlılık nedeniyle de Komisyon Üyelerinin “siyasi bağlantılarından uzaklaşarak” objektif ve tarafsız davranmaları şarttır. Bunun aksine davrananlar tarih önünde ebediyen ayıplanmaya müstahak olacaklardır.

                     Hukukun üstünlüğüne saygı duyulmadan, hukuk devleti olma idealinden uzaklaşarak büyük veya küçük menfaatlerin paylaşılmasına alet olunarak verilecek hukuka aykırı kararlar yüz kızartıcı bir mirasın “mirasyedi”lerce de bitirilemeyen ebedi lekesi olarak yaşayacaktır.