Kısmi dava, özellikle 1086 sayılı HUMK döneminde sıklıkla başvurulan bir eda davası türüdür. Kısmi davada davacı davaya konu alacağın tamamını değil, bir kısmını talep eder. Bir kısmi dava açılabilmesi için, talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olması gerekir. Bu çerçevede örneğin para alacakları niteliği itibariyle bölünebilir alacaklardır. Uygulamada pilot dava da denilen bu dava türüne 1086 sayılı kanun döneminde yüksek nispi peşin harç ödemek ve dava sonunda haksız çıkma ihtimalinde çok yüksek miktarları bulabilecek olan nispi vekâlet ücretini (yargılama gideri) ödemekten kaçınabilmek için başvurulmaktaydı. Davacılar bu dava türüne, ispat yükünü gerçekleştirecek kadar delilinin olup olmadığını bilemedikleri hallerde ve işçi alacakları gibi tahkikat sırasında bilirkişi raporu gibi delillerin incelenmesi sonunda hesaplanabilecek olan, yani tam miktarı belirlenemeyen (belirsiz) alacaklar hakkında başvurmaktaydı. Yargıtay’ı yerleşik içtihatları uyarınca davacı fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş ise, geri kalan alacağını ek dava veya ıslah yolu ile talep edebilmekteydi.
6100 Sayılı HMK ile, kısmi dava konusunda çok önemli bazı değişiklikler yapılmıştır. Öncelikle şunu söylemek gerekir ki HMK’nda düzenlenmiş olan belirsiz alacak davası ile kısmi davanın amaçlarından birisi olan alacağın belirsiz olması hali konusundaki eksiklik giderilmiştir. Bazı işçi alacakları gibi hesaplanması çok güç veya imkânsız olan hallerde kısmi dava açmak yerine, davacı artık 107. madde uyarınca belirsiz alacak davası açabilecektir. Belirsiz alacak davasında karşı tarafın açık rızasına veya ıslaha gerek olmaksızın talep arttırılabilir. Ayrıca zamanaşımı dava açıldığı tarihte, davacının tek taraflı iradesi ile tamamlanan müddeabihi kapsayacak şekilde kesilmiş olur. Zamanaşımının kesilmesi hususu her ne kadar kanunda açıkça düzenlenmemiş olsa da, kanun koyucunun amacı da gözetildiğinde doktrinde genel kabul görmektedir. Kısmi davada ise zamanaşımı davanın başında sadece talep edilen miktar için kesilmiş olur, ayrıca talebin arttırılabilmesi için rıza veya ıslah gerekecektir. Bu sebeplerle davacının talep konusu miktarı belirleyemediği (veya kendisinden belirlemesinin beklenemeyeceği hallerde) kısmi dava açmak yerine belirsiz alacak davası açması çok daha avantajlı olacaktır.
1086 sayılı Kanun zamanındaki kısmi dava uygulamasının diğer amacı olan yüksek yargılama giderlerinden kaçınmanın önü ise 6100 sayılı Kanun ile kapatılmıştır. Kanunun 109. maddesinin ikinci fıkrasına göre: “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz”. Bu sebeple örneğin bir kambiyo senedi veya yazılı bir belgede bulunan bir alacak talep ediliyorsa, niteliği itibariyle bölünebilir olsa bile, bunun tamamı talep edilmelidir. Ancak hiç kuşkusuz bu düzenleme yanlış da anlaşılmamalıdır. Burada kastedilen “tartışmasızlık”, dava konusu üzerinde değil, dava konusunun değeri veya miktarı üzerinde olan tartışmasızlıktır. Yoksa açılan ve görülmesi gereken her davada dava konusu üzerinde bir tartışma olacaktır. Örnek olarak, açılan bir davada, bir kambiyo senedine dayanılmış ve senette gösterilen miktardan daha az bir talep sonucu istenmiş ise, kalan kısmın örneğin ödendiği veya feragat gibi başka bir sebeple ortadan kalktığının iddia (veya kabul) edilmesi gerekir. Aksi takdirde açılan dava 109/2 hükmüne aykırı olacaktır. Açılacak olan davalarda mahkeme, 109/2 ve 109/3’deki düzenlemeleri göz önünde tutarak, davacının dava dilekçesinde davanın kısmi dava olduğu veya olmadığı yönündeki açıklamaları ile bağlı olmaksızın, davanın kısmi dava olup olmadığını, kısmi dava olduğu anlaşılıyor ise dava konusunun kısmi davaya (109/1 ve 109/2 bağlamında) müsait olup olmadığını araştırması gerekir.
Bu kuralın yaptırımı ise maddede açık olarak düzenlenmemiştir. Düzenleme amacı ile birlikte değerlendirildiğinde, dava açmakta hukuki yarar ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim maddenin gerekçesinde de “hukuki yarar”dan bahsedilmektedir. Dava açmakta hukuki yarar bulunması, Kanunun 114. maddesine göre dava şartıdır. O zaman bir dava açıldığında hâkim diğer dava şartları ile birlikte, açılan davanın kısmi dava olup olmadığını ve kısmi dava ise dava konusunun buna müsait olup olmadığını değerlendirmelidir. Hukuki yararın bulunmadığı, yani 109/2 hükmüne aykırı bir durumun var olduğu tespit edildiği takdirde 115. madde hükmüne göre davanın usulden reddedilmesi söz konusu olacaktır.
Bu çerçevede belirtilmesi gereken diğer bir husus da, davanın halli anlamında uygulanabilecek yaptırımın, yukarıda belirtilen dava şartı eksikliği çerçevesinde davanın usulden reddi ile sınırlı olduğudur. Kısmi dava açılmasının mümkün olmadığı bir halde kısmi dava açılmış ve hükme bağlanmış (kanun yollarında da bozulmamış) ise, alacağın diğer kısmı için (ancak hiç kuşkusuz hak düşürücü ve zamanaşımı süreleri gözetilerek) ek dava açılabilir. Zira 6100 sayılı Kanun ile kanun koyucu, bu konuda önemli bir değişiklik daha yapmıştır. Kanunun 109/3 maddesine göre, dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez. Bu sebeple kısmi dava ister caiz olsun, ister olmasın, açılmış ve hükme bağlanmış olan kısmi dava sebebiyle, davacın ek dava açmasının engellenmesi mümkün değildir. Bu engel olma, davacının alacağın geri kalanından feragat etmiş sayılması sonucuna yol açar ki böyle bir varsayım m. 109/3 çerçevesinde mümkün değildir.
Yine belirtmek gerekir ki, davanın halline ilişkin yaptırım hukuki yarar yani dava şartı bağlamında değerlendirme yapmak ile sınırlı olmakla birlikte, hâkim hiç kuşkusuz “dürüstlük kuralına aykırılık sebebiyle yargılama giderlerinden sorumluluk” konusunu düzenleyen 327. madde hükmü çerçevesinde de işlem yapabilir.
Yrd. Doç. Dr. Mustafa Göksu